Günlük arşivler: 21 Ocak 2013

Oysa ölüm yararsız bir şey – Bilge karasu

bilge_karasu1a_2
(…)
Yüreğin, şakakların atışına ayak uydurmalı, nabzın atışına. Tanrının, insanın içine yerleştirdiği tek, şaşmaz ölçüye… Değişken ama şaşmaz ölçüye. Bu ölçünün şaşması, bir türlü sonuç verir, iki türlü değil.
                Oysa ölüm yararsız bir şey, boş bir şey. Ağzındaki lokmayı unutuyor  Andronikos. Ölüm kaçınılması gereken bir şey. Ölçü, herhangi bir nedenden ötürü, insanın içinde şaştığı zaman, yapılacak bir şey yoktur. Tanrı işlettiğini durdurmuş oluyor. Ama dışarıdan uzanan bir el, insanın içine girer, ölçüyü şaşırtmak isterse, insanın yapacağı tek bir şey vardır. O eli tutmak, o bileği bütün gücünü kullanarak bükmeğe çalışmak, gerekirse kesmek.   Ya da… İnsanın içine hiçbir elin uzanmağa hakkı yok, olmamalı. Ya da… Andronikos düşünüyor, benim yaptığım şey de var, diyor, benim yaptığım, kaçmak… O bileği bükmeğe gücü yetmediği, yetmeyeceği için, bu gücü bulma gücünü verecek bir inancı olmadığı için, kaçmak…
Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı S: 18
Bilge Karasu

kediKırık Link

Troya’ da Ölüm Vardı – Bilge Karasu

93ef72e7184d73a773589db69723edb348e4e9f2
Annem bana güvenmedi, biliyorum, biliyorum. Birbirimizi sevdiğimiz için. Ama ben sevdiklerime güvendim.  Yanılmışım güvenirken.  Güvendiğim için değil, eksik sevdiğim, sevmesini bilmediğim, sevginin kıyısında yaşayan çakıl kişileri denizin parçası sayıp saygıdan fazlasını gösterdiğim, sevgiyi onlara da sıçrattığım için yanılmışım. Bunu düşünürken bile yanlışlığa boğuluyorum. İnce hesaba kaçtığım için.

Bilge Karasu

kediKırık Link

Bir şarkı gibi geliyordu uzaktan – Bilge Karasu

bilge karasu 4
II
 Bir şarkı gibi geliyordu uzaktan. Alacalı sabahın içinde, Gecikmiş, kararsız, koyu, acelesiz, acı, gücüyle doldurucu, gerici, bunaltıcı bir şarkı gibi… Koşarak denize indim. Bir serinlik uçuşuyordu. Otlar kokularını salmağa başlıyordu. Kırışıksız deniz, kıyılarına çarptığı küçük dalgaları nereden çıkıyor diye şaşırdım. Kenardaki çakıllara diktim gözümü. Önce bir sürüklenme sesi, sonra hafif bir hışırtı, sonra da suyun kırılması duyuluyordu. Sandal her zamanki yerindeydi. Yanına gidip oturdum. Çakıllar soğuktu. Pabuclarımı çıkardım sonra, paçaları sıvadım. Ayaklarımın ucuyla çakılları eşeledim, ıslak toprağı eşeledim. Suat yoldan iniyordu. Gözümün ucuyla kumlu yoldan çakıllara geçmesini bekledim.  Başımı kaldırmıyordum. Lacivert keten üstlü, lastik  tabanlı pabuçları yanımda durdu. Buruşuk keten pantolonu, ince bacaklarının üzerinde, denizle çakılların önünde, bir sallantı içinde…  Başımı o zaman da kaldırmadım.  Elimi ince, sivri kemikli bileğine uzattım, tuttum, sıktım. Oturmak istediğini, oturmasını istediğimi sandığını sezdim o zaman. Bileğini daha çok sıktım. Katılaştı, oynamadı, kıpırdamadı artık. Başımı ağır ağır kaldırdım. Bana bakıyormuş. Yüzünü sarsılarak, acı içinde gördüm. Güzeldi güzeldi. Yüzünü o güne dek hiç görmemiştim sanki. Gülüyordu.
 Kılavuz / Bilge Karasu

kediKırık Link

Lyambiko Don’t Let Me Be Misunderstood “Jazz Performans”

Animals ‘dan Dinlemek için Resmin Üzerine Tıklayın!
lyambiko 12

Lyambiko

kediKırık Link

LYAMBIKO – Jazz

 
Gershwin(*) eserlerini şimdi de dünyaca ünlü caz sanatçısı Lyambiko’dan dinleyin!
“Something Like Reality” albümü ile ECHO Jazz tarafından “Yılın Kadın Sesi” seçilen Lyambiko, son 10 yıldır devam eden aralıksız çalışmaları ile, Almanya’nın en başarılı caz ekiplerinden biri ile çalışıyor. Ülkemizde de konser veren sanatçının performanslarından biri “Boston Globe” tarafından içlerinde Dave Brubeck ve Wayne Shorter gibi isimlerin yer aldığı prestijli listede en iyi 10 canlı performanstan biri seçildi.

546x248

Lyambiko şimdi yepyeni bir albüm olan “LYAMBIKO sings Gershwin” ile karşımızda! Kendi bestelerinin yanı sıra Tracy Chapman’dan “Crossroads”, Soundgarden’dan “Black Hole Sun” şarkılarını yorumladığı bir önceki albümü “Something Like Reality”nin ardından sanatçı, şimdi de farklı bestelerle karşımızda! “Köklerime döndüm.” diyen sanatçı yeni albümünde Gershwin eserlerini yorumluyor.
Albümde piyanoda Marque Lowenthal, basta Robin Draganic ve davulda Heinrich Koebberling’ten oluşan grubuyla çalışan Lyambiko, “Gershwin eserlerinin orijinallerine sadık kalarak kendi yorumumuzu ekledik.” diyor ve ekliyor: “Albümde herkesin bildiği Gershwin eserleri yerine daha az bilinen eserlere yer verdik.”
Keşfedecek birçok yenilikle müzikle dolu olan “LYAMBIKO sings Gershwin” hem Lyambiko hayranları için hem de Gershwin sevenler için arşivlerde mutlaka yer alması gereken bir albüm!
Lyambiko Official WebSite    Lyambiko Facebook    Lyambiko Discography   Gershwin Official
(*) George Gershwin, (1898-1937) Amerikalı besteci, “Senin İçin şžarkı Söylüyorum” müzikalindeki besteleri ile Pulitzer ֖dülü sahibi
Kaynak: Stereo Mecmuası
Derleyen: Kırık Linkkedi

Oğuz Atay’ ın İki Kitabını İthaf Ettiği “Sevgi” Seydi

tutunamayanlar
Kitap kapağındaki bu resimler ressam Sevin Seydi’ye aittir.
Tutunamayanlar” ve “Tehlikeli Oyunlar”ın başında Oğuz Atay’ın “Sevin’e” ithafını görürüz; bu Oğuz Atay’ın tek gerçek tutkusu Sevin Seydi’dir, iki kitap da ona adanmıştır. Oğuz Atay okurları Sevin Seydi ismine yazarın günlüğünde de sıkça rastlar. Ressam olan Sevin Seydi, Atay’ın bu iki romanının ilk baskıları için kapak hazırlayan ve Tutunamayanlar yazılırken bir yandan da onu İngilizceye çevirmeye başlayan isimdir. Sevin Seydi aslında Oğuz Atay’ın en yakın arkadaşı Uğur Ünel’le 1957’de evlenir. Bu sırada Atay da Fikriye Hanım’la evlidir. 1967’de iki çift de farklı nedenlerden boşanırlar. İşte Atay ve Sevin Seydi’nin yakınlaşmaları da bu dönemde başlar. Oğuz Atay 1968 yılının başlarındaTutunamayanlar’ın ilk sayfalarını yazmaya başladığında ise, aynı evi paylaştığı Sevin Seydi bir sığınak olur onun için. Bir yıl gibi kısa bir sürede romanın yazımını bitirir Oğuz Atay. Sevin Seydi’nin de o dönem yaptığı bazı resimleri “SSZYR” diye imzaladığı görülür: “Seni Sevdiğim Zamanlarda Yaptığım Resimlerden”. Bu kısaltma da bir ithaf olarak okunabilir elbette. Atay’ın ilk evliliğinin ardından Tutunamayanlar’ı yazarken aynı evi paylaştığı büyük aşkı Sevin Seydi, Atay’la ilişkisinin ardından Londra’ya yerleşmiştir. Halen Londra’da yaşayan Sevin Seydi, yakın zamanda yayınlanan ve Oğuz Atay’ın yaşamının anlatıldığı, Yıldız Ecevit’in ‘Ben Buradayım’ kitabı için Atay’la ilişkileri hakkında hiçbir açıklama yapmamıştır.

002

NTV Tarih’in Aralık 2012 sayısında ilk kez yayınlanan Oğuz Atay’ın bilinen tek renkli  fotoğrafıdır.
Bu fotoğrafı Ara Güler çekmiştir.

 

Derleyen: Kırık Link kedi

Yıldız Ecevit. Oğuz Atay Biyografisi : “Ben Buradayım”

‘Oğuz Atay yaşarken anlaşılsaydı, Türk edebiyatı 15 yıl daha kazanırdı!’
Yıldız Ecevit, dört yıldır üzerinde çalıştığı Oğuz Atay biyografisi ”Ben Buradayım”ı tamamladı. Bu ay çıkacak kitap, Atay’ı bizzat kendinden yani külliyatından öğrenmeye çalışıyor. İşin Türkçesi; ”Ben Buradayım”, her şeyden önce, yazınsal bir inceleme- araştırma.
SERPİL GÜLGÛN page_oguz-atay-35-yil-once-bugun-hayatini-kaybetmisti_182348579
”BEN Buradayım”, tam 4 yıllık bir çalışmanın ürünü. Akrabalar, çocukluk arkadaşları, eski dostlar, başka yazarlar derken Yıldız Ecevit, 100’e yakın kişiyle görüşmüş. Ne var ki, ”Ben Buradayım”, Oğuz Atay’ın günlüğü ya da dostlarından alınan bilgiyle oluşturulmuş bir biyografik kitap değil. ”Ben Buradayım”ın en önemli özelliği, okura Oğuz Atay’ı, Atay’ın kurmaca dünyasından – ”Tutunamayanlar”, ”Tehlikeli Oyunlar”, ”Korkuyu Beklerken”, ”Bir Bilim Adamının Romanı”, ”Oyunlarla Yaşayanlar”, ”Günlük” ve ”Eylembilim”den yola çıkarak sunması.
Oğuz Atay, Oğuz Atay’dır
Kuşkusuz, şöyle düşünenler çıkacaktır: Oğuz Atay’ın büyükannesinin Fransız olmasının, ağzının tadını bilen gurme yanının, çocukluk tutkusu atletizmi ya da bir tarihte çok sıkı yakın dostlarıyla birlikte kısa film çektiğini öğrenmenin yazarlığı açısından nasıl bir önemi olabilir? Hatta, hatta şunu da diyenler olacaktır; ”Yahu şart mıydı şimdi bunları anlatmak?” Tabii, şöyle bir gelişme de yaşanabilir: ”Ben Buradaydım”da adı anılan A kişisi filanca tarihteki o olay öyle değil böyle olmuştur diyebilir ya da B kişisi C ve D kişilerinin yaşanılanları çarpıttıklarını savlayabilir pekala. Veyahut, feşmekan bir ad da ilk iki romanını adadığı büyük aşkını, çok da bilinmeyen ilk evliliğini içeren böylesi bir çalışmayla Oğuz Atay’ın anısına saldırıldığını öne sürebilir. Peki, bütün bunların olabilirliliği, Oğuz Atay’ı, yazınsal kimliğini, anlam ve önemini okur nezdinde etkiler mi? Elbette, hayır. Oğuz Atay, Oğuz Atay’dır! Ya, ”Ben Buradayım”ın değerinden bir şey eksiltir mi? Gene hayır. Hayır çünkü: Yıldız Ecevit’in 4 yıllık çalışmasının ürünü olan ”Ben Buradayım” her şeyden önce Oğuz Atay’ın sadece yaşadıklarının – aşklarının, evliliklerinin, ayrılıklarının, anne – babasının, solla ilişkisinin, büyük düş kırıklığıyla son bulan dergi macerasının, en yakın arkadaşıyla kurdukları inşaat firması Betonar’ın iflasının, beyin tümöründen öleceğini sezmesinin vs.’nin – ya da kişiliğinin ipuçlarının izini süren bir kitap değil. ”Ben buradayım”, Atay’ı bizzat kendinden (tıpkı ”Tutunamayanlar”ın Turgut Özben’inin arkadaşı Selim Işık için ”Sen olmadan seni nasıl öğrenmeliyim?” demesi gibi), yani külliyatından, ‘yalan bir dünya’dan, kurmaca dünyasından – ”Tutunamayanlar”, ”Tehlikeli Oyunlar”, ”Korkuyu Beklerken”, ”Bir Bilim Adamının Romanı”, ”Oyunlarla Yaşayanlar”, ”Günlük” ve tamamlanmamış romanı ”Eylembilim”den – öğrenmeye çalışan bir kitap. İşin Türkçesi; ”Ben Buradayım”, her şeyden önce, yazınsal bir inceleme – araştırma, (Joyce’dan Musil’e, Kafka’dan Canetti’ye, Dostoyevski’den Gonçarov’a, Shakespeare’den Herman Hesse’ye uzanan, zevkli, son derece heyecan verici) derinlemesine bir çözümleme, bir yakın dönem Türk edebiyat tarihi. Ve elbette, bir değerlendirme. Özetlersek, ”Ben Buradayım”daki Oğuz Atay, Yıldız Ecevit’in Oğuz Atay’ı. Burada, galiba en doğrusu, Yıldız Ecevit’in sık sık vurguladığı gibi, ”Tehlikeli Oyunlar”ın, pekçok Hikmet’ten müteşekkil Hikmet Benol’unu anmak. Hikmet I, Hikmet II, Hikmet III, Hikmet IV, Hikmet V’i…
oguz_atay
Hangi koşullarda yazıldı?
Uzun lafın kısası; bir zamanların göz ardı edilen, şimdinin kült ismi Oğuz Atay’ın biyografisini yazmak hiç de kolay değil. Zaten Yıldız Ecevit de önsözünde buna dikkat çekiyor, kitabı hangi koşullarda hazırladığını şöyle anlatıyor: ”Onu nasıl / nerede bulacak, ne tür bir kurgu aracılığıyla aktaracaktım? Bu kronolojik bir olaylar zinciri aracılığıyla verilebilecek bir şey değildi. Zor bir işe kalkışmıştım. Üstelik bu gizil Oğuz Atay’a yoldaki birkaç kapıyı aralamamda anahtar olabileceğine inandığım önemli yaşam tanıklarından kimileri, yapmaya çalıştığım işten hiç hoşnut görünmüyorlar, bana karşı – bir paparazziye gösterilecek türden – kuşku / küçümseme içeren, hatta nezaket sınırlarını aşan ‘caydırıcı’ bir tutum içinde bulunuyorlardı. Onların desteği olmadan ne kadar ilerleyebilirdim?”
‘içinde yaşadığı zaman onu affetmedi’
yıldızecevit
Neden biyografi, neden Oğuz Atay? 
Biyografik içerikli bu kitabı yazmayı, odağında Oğuz Atay olduğu için kabul ettim. Oğuz Atay ‘80’li yıllarda hazırladığım karşılaştırmalı doktora tezimde konunun bir parçasıydı. Daha sonra, uzmanlık alanım olan Alman edebiyatından modern Türk edebiyatına geçiş yaptığımda, konu dağarcığımın odağındaki isimlerden biri oldu. Ancak, ben edebiyat araştırmacısıyım, bir biyografi yazarı değil. Bu kitaptan sonra bir başka biyografi yazmayı düşünmüyorum. Zaten ”Ben Buradayım…”ı da bir biyografi olarak tanımlamak zor. Kitap, Oğuz Atay’ın biyografik yaşamında olduğu kadar, onun kitaplarının dünyasında da geçiyor. Kitabın alt başlığı ”Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası”.
Bu yazının geri kalanını okuyun

Acele etmeliyiz Bilge, ihtiyarlıyoruz. – Tehlikeli Oyunlar

oguzatay-
“Doktorun mu? Kim doktorun?” “Emekli doktor albay Hüsamettin Tambay. Bana iyi gelecek şeyleri yalnız o biliyor. Sabahları da jimnastik yaptırıyor. Perşembelerin dışında. Her gün en az iki sayfa yazıyorum. Sağlığımı korumak için kesin tedbirler alıyorum.” “Benimle ciddi konuş,” dedi Bilge. “Peki olur,” dedi yumuşak bir sesle; sonra birden parladı:
“Neredeydin şimdiye kadar? Bu süre içinde insan ölebilirdi. Öldüğü gün de gazeteye bakmamışsan, öğrenemezdin bile bu acıklı olayı. Aslında ölmüş olmalıydım. Benim durumumda bırakılan biri çoktan ölmüştü simdi. Belki de alçağın biri olmasaydım, kendimi düşündüğüm gibi olsaydım bunu başarırdım. İşte sana ciddi konuşma.” Birden bağırdı: “İnşallah hemen ölürüm!» Bilge, korkuyla sıçradı. Hikmet, onun sesini taklit etti: «Hiç öyle şey olur mu canım?” Bilge’ye parmağını salladı: “Bütün hesaplarınız bu oyuna, dayanıyor.” “Nasıl bir oyun bu?” dedi Bilge korkarak. “Hiçöyleseyolurmucanım oyunu. Simdi de gelmiş benden hesap soruyor.”
“Vazgeçtim,” dedi Bilge. “Sözlerimi geri aldım.” Hikmet kızdı: “Ben bir aydır prova yapıyorum; gene de seni görünce ne yapacağımı şaşırdım. Sen, nasıl oluyor da hep aslına sadık kalabiliyorsun? Neden hiç şaşırmıyorsun? Sen her zaman Bilge gibi davranmayı biliyorsun. Bana aşağılık duygusu veriyorsun. Ne isin var benim yanımda?” “Gideyim mi?” diye çekinerek sordu Bilge ve Hikmet’in gözlerine baktı. “Hayır,” dedi Hikmet kesinlikle. Ben sahteyim, Bilge gerçek; onun her sözü yerini buluyor. İnsan talim filan yaparak yürütemez kişiliğini. Ne acıklı. Bilge’ye sarıldı hırsla. Uzun uzun öpüştüler. Hikmet, Bilge’nin bacağını tuttu; “Biri gelebilir,” diye fısıldadı Bilge. “Onun için acele etmeliyiz,” dedi Hikmet ve Bilge’nin eteğinin düğmesini çözdü. Hemen soyundular, yorganın altına girdiler. Bilge, elini onun vücudunda gezdirerek, “Beni özledin mi?” diye sordu.
“Evet, evet.” Acele etmeliyiz Bilge, ihtiyarlıyoruz. Sadece yapamadıklarımızdan pişmanlık duymalıyız ilerde, ha-ha. Terliyordu. “Sen iyi değilsin,” dedi Bilge. “İyiyim, iyiyim.” Kendimize yazık etmeyelim: Hiç olmazsa sevişmeyi bir oyun haline getirmeyelim. Son yemek, son sevişme canım Bilge, Oyunlar tehlikeli, dışarıdan görüldüğü gibi eğlenceli değil. Sevişmekten başka ümit kalmadı. Kadının memelerini sıktı aceleyle. “Canımı acıtıyorsun,” dedi Bilge. “Heyecandan,” dedi. “Seni çok özledim de, ne yapacağımı şaşırdım. Organlarını karıştırdım.” “Aptal,” dedi Bilge gülümseyerek. Şehvetle gülümsedi değil mi? Evet şehvetle. Canı istediği zaman böyle gülümser. Herkesin bir yolu vardır. Mesela ben, her zaman heyecanlı ve telaşlıyımdır. Bilge’nin kulağına müstehcen bir cümle söyledi. “Hayır, hayır, böyle konuşma,” dedi Bilge.
“Beni istiyor musun?” diye sordu Bilge’ye. “Evet,” diye mırıldandı Bilge. Her zaman ne istediğini bilir o. Ben, sonrasını düşünmekten, ne istediğimi unuturum. Oysa zaman her şeyi halleder. Sonra gene şüpheler baslar. Bir ayindir bu. Çeşitli törenleri vardır. Bütün törenleri yapalım Bilge. Bir ayin-i cismani yapalım: Birlikte ölelim. Uzun uzun seviştiler. Bütün yolları birden deneyelim. Hayır, acele etmeyelim; biliyorsun canım Bilge, zaman her şeyi hallediyor. Düşüşü beklemeyelim. Elini, Bilge’nin bacaklarına uzattı, “Islak gecenin karanlığı,” dedi. “Terbiyesiz.” Yalancı, dedi albay; Sevgi ‘yi nasıl unuttun? Yıllık izne çıktım albayım, kusura bakmayın. Bir kadında bütün kadınları yasıyorum. Ayin dediğim de bu aslında. Hayır, değil. Neyse, bilmiyorum iste. Nerede kalmıştık Bilge? 
Tehlikeli Oyunlar / Oğuz Atay

kediKırık Link