İnceleme 

Ethem Baran’ın öyküleri ile ilgili sıklıkla yapılan bir yorumun giderek bu yazar için bir tür tanımlamaya dönüştüğüne kuşku yok. Baran’ın konularını taşradan seçtiğine, taşrada yaşayan sıradan insanların hikâyelerine odaklandığına, o insanların acı ve sevinçlerine, kaygılarına ve diğer tuhaf hallerine eğildiğine dair bu yaygın söylem, giderek yazarı kategorize etme amacına da dönüştü kanımca.
Taşra ile merkez arasında giderek silinen bir etkileşim olduğunu, taşranın pratik anlamı her ne kadar belirli bir coğrafi alanı işaret etse de daha çok ruhsal bir ortaklığa vurgu yaptığı gerçeğini göz ardı eden bu türden yorumların dolaylı da olsa Ethem Baran’ın öykülerini dar bir alana taşıma tehlikesini doğurduğunu söylemeliyim. Oysa taşradan ziyade, insanın her türlü halinin büyük bir edebi başarıyla anlatıldığı, sıradan insanların tekdüzeliğine odaklanmış, bu yapılırken nice teknik imkânın devreye sokulduğu öyküler yazıyor Ethem Baran.
Sonrası Ayrılık, Kurutulmuş Gül Mevsimi, Unuttuğum Bütün Akşamlar, Dönüşsüz Yolculuklar Kitabı ve Bozkırın Uzak Bahçeleri adlı öykü kitaplarına, Evlerimiz Poyraza Bakar adıyla bir yenisini daha ekleyen Ethem Baran, kendisiyle ilgili söz konusu algıyı tümden değiştirecek bir kitapla karşımızda. Şüphesiz, bu kitapta da taşradan seçilmiş konular mevcut. Ama yukarıda da değinildiği üzere, derdi taşrayı anlatmak olmayan, daha çok oradaki ruhsal atmosferden yeni bir bireşim yaratmayı hedefleyen bir öykü kitabı Evlerimiz Poyraza Bakar. Bunun en iyi kanıtı da, Baran’ın öykülerindeki karakterlerin taşranın kendisinden ziyade, kendileriyle bir problem içinde olma hallerinde yatıyor.

Bir görünüp bir kaybolan anlatıcı
Taşra ve sıkıntının yan yana durduğu nice edebi metne karşılık, Baran’ın öykü kahramanları taşradan gitmek hayaliyle yanıp tutuşan, taşranın sıkıntısını büyük bir varlık sorunu olarak yaşayan, gövdeye yapışıp kalmış gitme vaadiyle arzulanan kahramanlar değil. Kitaptaki tek istisna belki “Söylerim Sözüm Almıyor” öyküsünün kahramanıdır. Ama zaten o kahraman da, taşradan değil, yaygın bir üsluptan kaçıp bağlamasını kendi istediği gibi çalmak niyetindedir. Kitapta yer alan bu kahraman, yazarın derdi için de iyi bir örnek. Başka bir öyküde (“Bir Kuru Hayal”), babasıyla birlikte resmedilen ve öyküsünün daha sonra anlatılacağı vaat edilen çocuk, bir bağlama alıp uzaklara gitmek niyetindedir. Çocuğu büyüleyen şey taşradan bakınca parıltısı görülen merkez veya uzaklar değil, bir hayal, yeni bir üsluptur aslında.
Bu türden bir kaygı, Evlerimiz Poyraza Bakar’da sıklıkla hissediliyor. Kitapta bir görünüp bir kaybolan anlatıcının konumu bu durumun iyi bir kanıtı. Üstkurmacanın öne çıktığı bu bölümlerde, anlatıcı kimi zaman kendi konumuyla ilgili önemli veriler sunuyor okuruna. Anlatılan olayın kurmaca olduğuna okuru inandırdıktan hemen sonra, bu sefer bunun tam tersi istikamette adımlar atıyor. Zaman zaman da, parantez içine aldığı ara müdahalelerle bu konumunu daha da pekiştiriyor. Bu durum Ethem Baran’a üzerinde hareket edebileceği yeni bir zemin sunuyor hiç şüphesiz. Çerçeve anlatı denebilecek, birden çok anlatı birimini paralel şekilde işleyerek kendine has bir öykü dünyasına ulaşıyor yazar.
Öyküye başlarken, o öykünün kiminle ilgili olacağına dair genellikle en ufak bir ipucu bile vermiyor yazar. Dahası, tam bir kahramanın peşine takılıp gidecekken, kahramanının hikâyesini çoğu zaman yarıda keserek başka bir hikâyeye geçiyor. Sonra da asıl öyküye dönüp onun çoğu zaman belirsiz, açık uçlu sınırına getiriyor okurunu. Bir öyküde sorduğu soruya başka bir öyküde cevap vererek, bir öyküdeki kısa ve önemsiz denebilecek bir ayrıntıyı daha sonra asıl konu haline getirerek okurunu büyülemeyi başarıyor Ethem Baran. Anlatıcısını değiştirerek, aynı öyküde birden çok kahramanın sesine yer vererek, ama eninde sonunda öyküyü bir tek düzleme yerleştirerek, bunu da okurunu rahatsız etmeden, benzersiz denebilecek bir yetenekle yapıyor. Hatta, “Bozulmayan Yazı” adlı öyküsünde, kitap boyunca aslında sık sık denenen bu yönelimi anlatıcısının ağzından şöyle aktarıyor yazar: “Mahir Usta gibi, asıl hikâyeyi anlatırken sözü en heyecanlı yerinden kesip başka bir hikâyeye atlayarak insanları şaşırtmayı; olanlar ya da olacaklar hakkında onları uyanık olmaya çağırarak hayat dersleri vermeyi; sonra tam da herkes asıl hikâyeyi unutmaya başlamışken kaldığım yere dönmeyi, yani hikâyenin yapısını bozmadan anlatabilmeyi çok ama çok isterdim”. Bu sözler bir niyetten ziyade aslında yazarın kitap boyunca yaptığı birçok teknik girişimin iyi bir özeti niteliğinde.

Unutulmaz bir öykü
Tam da burada, bu tür teknik girişimlerin doruğa çıktığı, Türkçenin şimdiden unutulmaz öyküleri arasına gireceğini öngördüğüm bir başka öyküye daha değinmem gerekiyor. Evlerimiz Poyraza Bakar kitabında yer alan “Niyet Etti Kadir Efendi” adlı öykü, iç monolog ve anlatı zamanı teknikleri açısından benzersiz bir yetkinlikte. İkindi namazını kılmaya başlayan Kadir Efendi’nin ağzından bir namaz süresi içinde anlatılan öykü, giderek parçalı, parçalı olduğu kadar da kahramanın okuduğu dualarla yakalanan ritmik bir hal alıyor. Kadir Efendi’nin kıldığı namazın süresi anlatı süresine yetişemeyince de anlatıcı devreye girip “hadi sen işine bak, farzını kıl, ben seni anlatmaya devam ederim” diyor kahramanına.
Ethem Baran’ın, bir yandan hikâye anlatırken, bir yandan da anlatının kendisini bir sorun olarak yazdıklarına taşıdığı Evlerimiz Poyraza Bakar, yazarın hem diğer kitaplarına, hem de bu kitapta yer alan öykülerine yaptığı atıflarla ilerliyor. Ama bu ilerleme çabası şiirsel bir anlatımın doruk noktalarına çıkarak daha yetkin bir hâl alıyor. Benzersiz denebilecek bir diyalog kullanımını da yedeğine alan bu şiirsel dil, giderek kitaptaki öykülerin tüm katmanlarına nüfuz ediyor. Sadece insanın değil, doğanın diline de kulak veren, Hasan Ali Toptaş’ın yaptığı çok yerinde saptamayla “insanı hep büyük bir resmin içinde resmeden” bir yazar Ethem Baran. Gerek öykülerindeki teknik imkânların başarıyla kullanılması, gerekse de bu öykülerdeki şenlikli dil, yazarı daha şimdiden Türkçe öykünün doruklarına taşıyor. Kimi zaman upuzun, kimi zaman birkaç kelimelik cümlelerle, kimi zaman da benzersiz benzetmelerle okurunu etkiliyor yazar. Hem başarılı bir atmosfer, hem teknik olarak yetkin bir yapı, hem de şiirsel bir dil…
Evlerimiz Poyraza Bakar, Ethem Baran’ın altıncı ama hiç şüphesiz yılın en önemli öykü kitabı.
Yazan: Kemal Varol /Yazı Kaynağı: Zaman Kitap Eki

Tanıtım

Kitap Hakkında:
Ethem Baran’dan “Hayatı, onun gözlerinde gördüklerimize benziyordu” dedirten insanlara dair öyküler

“Ethem Baran’ın öyküleri, ıssız taşra şehirlerinde yaşayan insanların acılarına, bıyık altı gülümsemeye yol açan tuhaf hallerine, bunalımlarına, hayallerine, yaralarına ve tutkularına değinen, bunu yaparken de sesini hiç yükseltmeyen öyküler. Sıradan hayatın derin ayrıntıları üzerinde gezinirken alnında kaynağının ışıltısını taşıyan, bozkır rüzgârlarıyla dolu telaşsız ve vefalı bir dili var
Ethem Baran’ın. Bu vefa sadece edebiyatın geçmişine değil, aynı zamanda
kurda kuşa, börtüye böceğe, toprağa taşa… Bu nedenle Ethem Baran’ın öykülerinde insan, abartısız ve samimi bir şekilde hep büyük resmin içine resmediliyor. Evlerimiz Poyraza Bakar, Ethem Baran dilinin büsbütün
şenlenip ballandığı bir kitap.”

Hasan Ali Toptaş

alıtı

Sigarasının dumanından çıkan şekilleri birbirine benzetmeye çalışıyordu. Aynı nefesle çekiyordu sigarasını,  aynı biçimde bırakıyordu ağzından; aynı yoğunlukta, aynı hızda.  Yine de hiçbiri değirmene benzemiyordu.  Aynı şey iki kez yaşanmıyordu. Yaşandığını düşünmek bir yanılsamaydı belki de.  Yağmur mu? Ara sıra yağıyordu tabii. Teknenin üzerindeki kocaman, kirli bir çamaşır gibi –ama kurusun diye değil de ıslansın diye-  asılmış brandayı tıpırtılarıyla  delecekmişçesine didikliyor,  gücü yetmeyince  tam ortaya göllenip alttan gelecek sopanın ucunda oluşan tümseklerden kaça kaça yanlardan şar diye boşalıyordu.
        Şu, evin, sonrada teknenin önünden geçip az ileride, ağaçların altında kaybolan;  tam yahu nereye gitti bu derken,  birden tepenin boynuna dolanmış olarak tekrar ortaya çıkan yolun, işte boynuna dolandığı o tepe var ya,  o tepenin er saatlerdeki sabırlı hali şaşırtırdı onu.  Bir o kadar da temiz görünürdü üstelik.  Tepe, güneşin iyice yükselmesini,  bulut gölgelerinin yüzünde gezinmesini,  hiçbir kök ya da dal görünmediği için  yapraklardan meydana geldiği sanılan ormanın  dalgalanmasını beklerken, adam bir şeyler söylemek istiyormuş da  nasıl söyleyeceğini bilemiyormuş gibi gelirdi.
        Oturup saatlerce bakıyordu bu yüzden.  Tabii teknenin üstünde, talaş, boya, vernik kokuları arasında  oturuyordu. Deniz  çok tatlı bir mavide, mavi değil de aslında,  gümüş renginde akıyordu.  Durduğunu bir yere gitmediğini  biliyordu adam; ama o, akıyormuş gibi  görünmeyi sürdürüyordu.  Hafif bir esinti, ara sıra kesilse de  hiç eksik olmuyordu.  Karşı sırt puslu bir maviyeşilde donup kalıyordu.  Geceleri, karşıda, karanlığa uyan birkaç ışık,  onların gerisinde  bir o kadar daha solgun ışık denizinin bittiği çizgiyi gösteriyor ve suya atlayarak buraya kadar geliyordu.
“Babanız kendine bir oyuncak buldu, oynayıp duruyor” diyordu karısı çocuklarına.
 Evlerimiz Poyraza Bakar – Ethem Baran

Son-Kedi

Yorum bırakın