oguz_atay
Bir sise bira ver.” dedi. Bağırdı. Bağırmasam da beni duyarlar burada. Burada her sey kolay. Orada değildi. Orada hiç bir seye yetisemiyordum. Ben zarfları daha hızlı kapatıyorum, demisti Sevgi. Efendim? Ne
diyorsun? Nikah davetiyelerini zarfa koyuyorduk birlikte.  Sevgi daha hızlı yapıyormuş bu isi. Öyle dedi. Yani, Öyle demedi de, elleriyle öyle söyledi. Salonda zarf yarışları. Ben kapatırım zarfları, dedi sonra; sen adresleri yazarsın. İşte sekiz numara böyle kaybetti. Hızlı yerleştirme yarışında, aceleden zarfların kenarını yırttı. (Beni kapıcı yapsalardı, çöpleri dökmeyi ya unuturdum ya da yerlere dökerdim.) Bu yarışta da dökülüyordum. Daha önce bu kadar zarfı bir arada hiç kapatmamıştım.
Belki Bilge ile evlenirsem eski tecrübeme dayanarak… “Bes numara kazandı.” Sekiz numara kazanacak değilya. Ben yarışlara aldırmıyorum artık. Bilge de aldırmaz. Benimle olunca aldırır. Bende, insanların sinirine dokunan bir gariplik var. (Alnıma yazılı.) Bilgeler bile yüzüme bakınca, zarfları bir an önce kapatmaktan başka bir  şey düşünemezler. Benimle birlikte, beni geride bırakmaktan başka bir şey düşünülemez. Ben de kendi isteğimle geride kaldım iste; bu meyhaneye kadar düştüm. Simdi de küçümserler; neden oralara kadar zahmet ettiniz? derler. Biz zaten biliyorduk senin ne kadar aşağılık olduğunu. Bunu, aranızda olduğum sırada söyleseydiniz, anladınız mı? Size bir oyun oynarsam görürsünüz: HİKMET: Acaba, zarfları artık çabuk kapatabilecek miyim Bilge? BiLGE: Bunun ne önemi var Hikmet? HiKMET: Benim için önemli. BiLGE: Sen istersen her şeyi yaparsın. HiKMET: Bilmiyorum. Daha önce çok yavaş yapmıştım. Herkesin sabrı tükenmişti. Elimden almışlardı.
Bunun bir kitabı yok mu? BiLGE: incil var. HiKMET: Yapamamayı mazur gösterecek bir kitap demiyorum. Yapmayı öğretecek bir kitap. Hos, zaten ne okuyorum ki? BiLGE: Sen istersen her seyi yaparsın. (Bir zarf alır ve çabuk hareketlerle kapatır.) HiKMET: Dur, dikkat edemedim. Telas ettirme. BiLGE: Böyle bir niyetim yoktu. HiKMET: Vardı. Sevgi gibi, sen de beni bastan ezmek istiyorsun. Hızlı hareketlerle gözümü korkutmak istiyorsun. Sana inanmıyorum. BiLGE: İnsanlara inanmazsan, hızlı kapatamazsın. (Zarfın içinden kartı çıkarır. Üzgün.) Hikmet: Sonra bana öğrettiğini hatırlatırsın. Bir tartısmayı kaybedersen, zarfı yüzüme vurursun. BiLGE: Sen yapmak istiyor musun, istemiyor musun? HiKMET (telaslı): İstiyorum. Çok istiyorum. BiLGE: O halde, bunları düsünme, ellerime bak. HiKMET: Bakıyorum. Bütün gücümle bakıyorum. Benim için ölüm kalım meselesi bu. Bütün geleceğimi buna bağladım. BiLGE: Korkma, benden bir sey öğrenmis olmayacaksın. Sen isteyip istemediğini bilmiyorsun; bu meseleyi çözeceğiz sadece. (Yavas hareketlerle kartı alır ve zarfın içine yerlestirir. Hikmet, zarftan ve ellerden gözünü ayırmaz.) HiKMET: Belki de iki parmağını birden sokmasaydn daha çabuk olurdu, değil mi? BiLGE: Simdi bunun ne alakası var canım? Sen önce esas
hareketlere bak. HiKMET (Heyecanlı): Baktım baktım. Senden gözümü ayırmadım. (Telasla gülümser.)
BiLGE (Alınmıs): Yanlısımı çıkarmak için bakmıssın galiba. HiKMET: İstediğin gibi dikkat ettim. İstediğin gibi
öğrenmek için. BiLGE: Hayır değil. Bana yakınlık duymuyorsun. Beni kullanmak istiyorsun. HiKMET: Hayır
Sadece, fazla ciddiye aldım meseleyi. Aslında, hızlı kapatanın sen olduğunu bir an aklımdan çıkarmadım.
Sevgi de hızlı kapatıyordu. Herkes çok hızlı hareket ediyordu. Yetişmeğe çalısmanın telasından oluyor bütün
bunlar. Kimseyi kırmaya niyetim yoktu. (Sahne kararır. Bilge kaybolur. Hikmet, Bilge’nin gittiğini
farketmez. Heyecanla, seyircilere doğru konuşmağa devam eder.) İlk zarfı kötü kapattığım gerekçesiyle,
ondan sonraki her zarfa uzanışını endişeyle izliyorlardı. Oysa onlar, benim iyiliğim için böyle davranıyorlardı. Kendime acındırmak istediğimi söylemiştim. Bana inanmışlardı. Fakat sesim biraz yüksek çıkmıştı. Elimde değildi, telaştandı. Bana, sen istersen her şeyi yapabilirsin, demişlerdi. Korkuyordum, telaşımı örtmek için bağırıyordum. (Seyircilerden bir ses geldiğini sanarak eğilir.) Efendim? Bir şey mi söylediniz? Biliyorum, kendi derdimle çok ilgilendiğimi söyleyeceksiniz. Daha önce de söylediler. Elimi kolumu, insanların en alıngan taraflarına çarpıyormuşum; bana çarpılınca da bağırıyormuşum. Fakat Bilge artık bana hak veriyor. Bana hak vermesi gerektiğini anladı. Ben de onu bekliyordum. Bilge gelince direnmeyi bıraktım. (Geriye döner; Bilge’nin orada olmadığını görür.) Karanlık olmuş. Bu kadar yakınımda olduğu halde göremiyorum. Allah belanı versin Hikmet!
“Kasar peyniri var mı?” “Aldıralım beyim.” Kasar peynirini aceleyle bitirdi. “Ben gidiyorum,” dedi. Kalması için ısrar eden çıkmadı. (Dört numara üstüste üç keredir kazanıyordu.) Güle güle diyen de çıkmadı. (Allaha ısmarladık dememişti.) Serin hava, üstüne biriken kokuları yavaş yavaş götürdü. Bir çeşmenin önünde şişesine su dolduran küçük bir çocuğu bekledi, dört tenekesiyle çocuğun yanında duran sucuyu beklemedi (gelenek böyledir); yüzünü ıslattı. Mendiliyle kurulanmadı, serinledi. Yürüyüşünü önünde hızlı adımlarla giden bir kadına uydurdu. Bir telefon kulübesinin önünde durdu. Genç bir kız, telaşlı hareketlerle konuşuyordu içerde. (Artık sana dayanamıyorum Nami. Artık aramızda her şey bitti. Simdi bu kulübeden çıkacağım ve karsıma ilk çıkan erkeğin kollarına atacağım kendimi.) Biraz bekledi kızı, sonra yürüdü.
Tehlikeli  Oyunlar – Oğuz Atay

Son-Kedi

Yorum bırakın