Günlük arşivler: 07 Ocak 2013

Seni katletmeleri bizi korkutmadı!

Metin Göktepe yarın saat 11.00’de Esenler Atışalanı Mezarlığı’nda anılacak !!!

Metin_Göktepe
8 Ocak 1996 tarihinde cezaevinde öldürülen iki tutuklunun cenazesini izlemek için görevi başındayken polislerce toplu halde gözaltına alınan bin kişinin arasındaydı. 1000 kişiye yakın insanla gözaltına alınıp; “gazeteciye özel muamele” diyen polislerce dövülerek öldürülen Göktepe´nin ölümü büyük yankılar uyandırmıştı. Dönemin içişleri bakanı Teoman Ünüsan 11 Ocak 1996 günü 32. Gün programında şöyle demişti:
“Konuyla ilgili tam bilgim yok. Ancak son gelen bilgiler Metin Göktepe’nin duvardan düşerek öldüğü şeklindedir!”
Duvardan düştüğü iddia edilen gazetecinin kamuoyu baskısıyla gözaltında dövülerek öldürüldüğü kabul edilmek zorunda kalınmıştır. Dönemin içişleri bakanı, savunduğu bu tez çürütülünce Fadime Göktepe’den özür dilemiş, ancak Göktepe’nin annesi bu özürü kabul etmeyerek sorumluların yargılanmasını talep etmiştir. İlden ile 4 yıl süren dava Şubat 1999 yılında yapılan mahkemeyle alınan kararla 11 memurdan altısına 7 yıl 6 ay hapis cezası verilmiş, usül yönünden bozulan dava 5 Mayıs 1999’da Yargıtay tarafından, altı ceza alan memurdan beşinin cezası onanmış sanık emniyet amirine verilen ceza esastan bozulmuştur. Kamuoyunda Rahşan affı diye bilinen afla şartlı tahliyeden yararlanan polisler toplam 1 yıl 8 ay yatarak salıverilmişlerdir. Metin Göktepe gözaltında öldürülmüş gazeteciler içinde katilleri yargılanmış ilk gazeteci di

Bilge Karasu Adlı Birinin 50. Yaşı Üzerine’ den

93ef72e7184d73a773589db69723edb348e4e9f2

Yaşam durmadan çözülüp bağlanan, dağılıp toparlanan, bununla birlikte aynı biçimden,  kalıptan, karşılıklı konum düzeninden bir ikinci kez geçmeyen bir gidişse,  anılarımızı pehpehleyelim, , anlatalım kullanalım canımız istiyorsa;  ama onlardan koltuk değnekleri çatmayalım kendimize. Anıların yardımıyla ayakta duruyormuşcasına yaşamak, ulaştığımız bu anı geçmişe yansıtıp yaşamak, ulaştığımız bu anın bütün bir yaşam içindeki yerini düşünerek yaşamak, ulaştığımız bu anı geçmişe yansıtıp yaşamak,  yanlış bir iş,  der oldu Karasu.  Dünyayla, bu anla,  artık ilişkisi kalmayan,  dünyayı  yalnız geçmişinin korkuları içerisinden algılayan bir yaşlının ancak anılarıyla ayakta durabildiğini (dahası, durmasına yardım edilmesi gerektiğini) gördükten sonra …  Geçmişimizi özümlemesini öğrenirsek, andaçları savurabilir, anıları bir kıyıya itebilir, ilişkileri –gerektiğinde- bitirebiliriz;  yaşam yoksullaşırmış, çevremiz genişlemez, daralırmış, dahası, cenazemizin arkasından yürüyecek olanların sayısı…   Varsın olsun. Olacaksa, o da. Yaşamayı öğrenmek  gerek… Bu hesaplar yararsız.
Bilge Karasu Adlı Birinin 50. Yaşı Üzerine /s92
Ne Kitapsız Ne Kedisiz /Bilge Karasu

kediKırık Link

Bir de pattadak çıkagelenler vardır. Bilge Karasu

  44179e078b2834aa376acf32508be504d6c9f563
                                                                                                                                                                                                                   “Bilmemenin kaygısı daha ürkütücüdür. Bilmez misin?”
(…)
“Bunu dün konuştuk İhsan. Bak, şöyle anlatmağa çalışayım: Arkadaşlıklarda, dostluklarda, sevgilerde, karşısındakini ele geçirilecek bir ülke gibi görenler vardır. Tedirgin eder beni böyleleri.  Dedikodu gibi olmasın,  Yılmaz öyledir.  Onu çocukluğundan buyana tanıyor, kendisiyle yıllardan beri düşünce alışverişinde bulunuyor olmaklığım, beni, başkalarıyla ilişkilerinde çok gördüğüm bu tutuma alıştırdı.  Saygılı bir barış durumudur bu aramızdaki.
                Buna karşılık, karşısındakini tanımak isteyen, karşılıklılık göstererek birbirlerini birbirlerine açan, veren insanların yakınlıkları, destek görmelidir; hiç değilse benden…
                Bir de pattadak çıkagelenler vardır, senden istediğini senin rızanla alan,  seni kendisine  bağlamasını başaranlar vardır…  Günün birinde geldikleri gibi giderler.  Ya alacaklarını aldıkları,  ya da kendilerine yettiği için…  Tabii, bu durumda, ilk öbektekiler gibi davranmış olurlar: Yağma bitmiştir…  Ya da sen onlara, kabul etmek istemedikleri bir ölçüde bağlandığın için.  Yani ‘başkası yağmalanır ama ben,  başkasının kullanabileceği bir toprak değilim,’ türünden bir tutum… Senden uzaklaşırken senin ne düşündüğünü hiç merak etmezler…  Bunu  konuştuk değil mi Uğur?..
 Kılavuz  /Bilge Karasu

kediKırık Link

Ben çocukları sevmiyordum Tehlikeli oyunlar O. Atay

oguz-atay_24213

“Başka tanıdıklara da uğradım. Onların ayağına gittim. (İnsanlar bundan hoşlanırlardı.)  Nazmi evlenmişti. Şehrin uzak bir yerinde, karanlık bir mahallede oturuyordu. ‘Yakında elektrik verecekler buraya,’  diye ümitliydi. Oturduğu daireyi satın almıştı. İki çocuğu olmuştu.  Küçük çocuğunu kucağına alarak, bana uzatarak, bir zamanlar kimseyi beğenmeyen Nazmi,  bu seslere hayrandı.  Anlattığına göre, Behçet’ in oğlu daha iki sesi bir araya getiremiyordu.  Bu çocuk muhakkak büyük adam olacaktı.  Radyo çalarken de başını o tarafa doğru uzatıyordu.  Demek müziğe de kabiliyeti vardı.  Sonra, saman gibi bir kadın mutfaktan çıktı; sıcak sudan kızarmış elini bana uzattı ‘Oğlumu nasıl buldunuz’ diye sordu.
Ben çocukları sevmiyordum;  onları çok aptal buluyordum.  Allahtan ben hiç çocuk olmamıştım.  Bir yıl sonra Nazmi’ nin oğlu üç heceyi bir arada çıkaracaktı; bu ömür törpüleyici bir işti.  İnsan da çocuklarla birlikte aptallaştırıyordu zaman geçtikçe.  işte Nazmi’ de başını çocuğun karnına dayıyor ve ‘ulu-dulu’ gibi sesler çıkarıyordu;  çocuk gibi anlamsızlaşıyordu.  Başını kaldırarak,  ‘Karım bize güzel yemekler pişirir şimdi,’ dedi. Bir başka anlamsız yaratık olan karısı da çok kötü yemekler yaptı.  Yağsız ve çorba gibi sulu olan bu tatsız tuzsuz şeyleri yemek boyunca övdü durdu Nazmi.  Ev yemeklerinin iyiliklerini sayıp döktü Oysa lokantada daha iyi yemekler yapıyorlardı. Sonunda ben de onlar gibi aptallaştım, lüks lambasının ışığında yediğimiz yemeklerin iyi olduğundan, insanın kendi evinde oturmasının yararlarından söz ettim.  Nazmi de bana,  ‘Alay mı ediyorsun?’ demedi. Ben de ona ‘Nedir senin bu durumun’ demedim. Birbirimize bir şey demedik. Ben, ona, kendimi soracaktım;  yemekler, be-ba’ lar  sarışın kadınlar arasında ne diyeceğimi unuttum.
Bu yazının geri kalanını okuyun

Ben kendimi tanımak için, Tehlikeli Oyunlar Oğuz Atay

 531-Tehlikeli-Oyunlar
Ben, kendimi tanımak için, daha çok başkalarıyla görüşüyorum. Albayımın da yardımıyla eski dostların bir listesini yaptım; onlarla kendim hakkında konuşuyorum. Geçen gün annem ve babamın mezarını ziyaret ettim. Taşın üstüne oturup onlarla bir süre konuştum.  Onlara sitem edebilirdim.  Neden albayım kadar olamadınız?  Benimle uğraşmadan beni hayata gönderdiniz? Diyebilirdim.  Demedim. Neden bu kadar erken öldüklerini de yüzlerine vurmadım.  Yalnız kendimle hesaplaşmak istiyordum.
Onlar öldükten sonra neler yaptığımı anlattım: Senden ayrılmıştım,  gecekonduya yerleşmiştim, çalışmıyordum, param gittikçe, azalıyordu kötü rüyalar görüyordum. Sonu belirsiz bir takım işlere girişmiştim, belki de ölmeye yaklaşmıştım, evet onların ölümleri bana da bulaşmıştı, yakınımdan geçmişti.  Bana inanılmaz gelen bu ölümlerden başka ne yapabilirdim?  Annem,  benim ölümden korktuğumu bilirdi;  bunu bildiği halde gene de ölmüştü.
Tabii ben, bu ölümlerin hesabını sormadım onlardan.  Benim onlara karşı çıkamayacağımı, çünkü bunu beceremeyeceğimi düşünüyorlardı; öldükleri için, yaşayanlara acımıyorlardı. Belki ben sizin kadar yaşayamam dedim onlara. Benim ne olacağımı bilebilir misiniz? Ben de size acımıyorum işte, dedim.

Tehlikeli Oyunlar / Oğuz Atay

kediKırık Link

Bilge – Tehlikli Oyunlar Oğuz Atay

oguz-atay_24213
Bilge
 Apartmanın dış kapısı kapalıydı. Dünyada zili çalmam. Onbeş dakika kadar bekledi. İçerde bir ışık yandı sonunda.  Yeni gelmiş gibi yaptı hikmet, kapıya yaklaştı. Şişman bir adam çıktı; Paltosunu eşarbını düzeltti, geriye baktı.  (demek karısı da gelecek) Kadın görününce, Hikmet kapıya atıldı, adama hafifçe sürünerek  geçti.  O telaşla bir solukta çıktı merdivenleri.  Oysa, soluk soluğa kalmağa hiç niyeti yoktu; soğukkanlı bir Hikmet olarak görünmek istiyordu.  Bilge’ nin kapısı önünde biraz bekledi.  Merdiven ışığı söndü.  Üzerinde ışıklar çıkaran bir ampul resmi olan düğmeye bastı ve zil çaldı. Bilge göründü:
“Hikmet! Nereden çıktın böyle?” Fena bir soru değil. Düşünmeden karşılık ver.
“Gecekondudan,” dedi aceleyle ve içeri girdi. Bilge, gülerek kapıyı kapadı:
“O ne demek öyle?”
“Duymadın mı?” Bilge saçlarını arkaya attı. (Saçları gene uzun)
“Hayır.”  Kirli pardesüsünü Bilge’ye göstermeden astı.  İçeri geçtiler.
“Hiçbir şey duymadın mı? Koltuğa oturdu.  Kitaplara bakacaktık önce. Şimdi kalkılmaz artık.
“Ayrıldığını duydum tabii. Kim söylemişti? Bilge, ayakta bir süre düşündü.  Önemli değil canım, bizden     duysaydın daha iyi olurdu.
 Bir nefes aldı. Bilge’ nin yalnız olduğunu anladı. Neden yalanız?  Koridora çıktı ışığı söndürmek için çünkü.  “Çiçek mi aldın Hikmet allahaşkına?”  Hay allah orada unuttum.  Bilge, gülerek kapıda göründü.  Bir şey söyle. “Bu kadar zaman sonra elim boş gelemezdim ya.” Dur, daha iyisini buldum. “Yoksa baklavayı mı daha çok severdin.?”  İnşallah, ‘Hiç değişmemişsin Hikmet’ demez. Demedi; vazoyu aldı, çiçekleri yerleştirmeğe gitti. Bilge, vazo ve çiçekler.  “Bu çiçekleri sevdiğimi nereden bildin?”
     “Bilmem. Çiçek seversin diye düşündüm sadece ve bana kızmışsan seni yatıştırır diye ümit ettim.”
     “Nereden kızacakmışım sana?”
     “Birden kayboldum diye. Belki de hiç aklına gelmedi. “ Biraz ileri gitmiyor muyuz?
     “Nerede oturuyorsun şimdi Hikmet?”
     “Söyledim ya: Gecekonduda.
     “İnanmam”
     “Onun gibi bir yer.  Gecekondu kıtasına, dar bir kara parçasıyla bağlıyım.
     “Nasıl yaşıyorsun? Ne yapıyorsun?”
     Bu yazının geri kalanını okuyun