Günlük arşivler: 20 Ocak 2013

Iyeoka – Simply Falling

MPG_7985

Iyeoka  Biyografi:

Iyeoka Okoawo, Nijeryalı-Amerikalı şair ve şarkıcıdır. Kendi anadili olan Esan Dili’nde Iyeoka, «Saygı duyulmak istiyorum» anlamına gelmektedir.
Müzikal kariyerine «The Rock by Funk Tribe» adlı müzik topluluğnu kurarak başladı. Bu toplulukla birlikte şiirlerini Jazz, Blues, Funk ve Gospel ile birleştirme fırsatını elde etti. Şiir/şarkılarından oluşan ilk albümü “Black and Blues” u 2004’te çıkarttı. 2007’de ikinci albümü “Hum The Bass Line” ı çıkarttı. 2008’de “In The Name Of Love: Africa Celebrates U2” adlı U2 şarkılarından oluşan albüm için U2’nun “Desire” adlı şarkısını coverladı. Son olarak da 2010’da “Simply Falling” i de içeren dokuz şarkıdan oluşan “SAY YES”  albümünü yayımladı. , Iyeoka müzik kariyerine başlamadan önce Eczacıydı.  Iyeoka Okoa; Nijeryalı  Amerikalı şair, kayıt sanatçı, şarkıcı, aktivist, eğitimci ve TEDGlobal’da üyesidir.

Iyeoka Official WebSite    Iyeoka Twitter   Iyeoka Facebook

kediKırık Link

Lağımlaranası Ya Da Beyoğlu

44179e078b2834aa376acf32508be504d6c9f563
10.
     Kimi zaman da, pencerelerin önünde yüksek bahçe duvarları olurdu; kedilerle kuşlardan başka hiçbir şey görülmezdi  bu çukurda kalan pencerelerden.
     Çöpçü, satıcı arabalarının atları, satıcıların atları, eşekleri, bir çok sokak iti, sayısız da kedi, güvercin, kumru. Kimi evcil, kimi kul, kimi insanlarla öğür ama özgür. Kendimden geçerek baktım bunlara yıllarca. Bir iki köpekten ürktüm, bir iki atın eşeğin arkasından geçerken aramızın genişçe olmasına dikkat ettim; gerisini yakalayabildiğimde, tutup sevdim.
Lağımlaranası Ya Da Beyoğlu S:39
Bilge Karasu

kediKırık Link

Lağımlaranası Ya Da Beyoğlu

 BilgeKarasu_06
Sıhhiye durağında indim otobüsten. Dil – Tarih’ in ıhlamurları, hala soğuk sayılabilecek bu haziran sonu gecesinde kokularını bütün görkemiyle salıyorlardı. Bu kokuyu uzun uzun çektim içime;  “bir yıl daha” nın bütün çeşitlemelerini içimden geçirerek.  Bir ağaç, bir çiçek karşısında saatlerin, takvimlerin ne kadar hafif kaldığını bir daha duyarak.  Bu saatte, nereden olursa olsun kalkıp buraya gelmek, her türlü zahmete değerdi.  Birkaç haziran öncesine kaydım; en dertli yıllarımdan birinin “yaşamımın en güzel haziranı”  dediğim haziranı, şöyle çakıp geçti içimden. Gerçekte , “en güzel”  haziranı değildi o yaşamımın;  bilincine vara vara, güllerini, hatmilerini, ıhlamurlarını tek tek görerek, bilerek, duyarak yaşadığım ilk hazirandı. Ölümlerden, bozgunlardan  gerçek ulaştığım bir haziran… Bu haziran beni başka bir hazirana götürdü sonra. Birkaç başka hazirana mı demeli?
Lağımlaranası Ya Da Beyoğlu S: 154
Bilge Karasu

kediKırık Link

American Splendor (2003)

1-11

 
Büyük çoğunluğun sıradan olduğu bir dünyada, sıra dışı süper kahraman hikayeleri anlatmayı reddetmiş bir anti-kahramanın yaşam öyküsüne odaklanan American Splendor, belgesel, kurmaca ve animasyon türlerini harmanlayan bir yapıya sahip. Gündelik yaşamın hayal kırıklıklarını, insanların mutsuzluğu, melankolisi, bezmişliğini kendi sıradan hayatı üzerinden anlatan çizgi roman yazarı Harvey Pekar’ın aslında sadece bu tavrı onu sıra dışı kılmaya yetiyor. Onun sıradan, kara mizah kokan, sinik hayatına ve o hayatı anlatan aynı adlı çizgi romanına dayanarak ilerleyen filmin çizgi roman sayfalarını andıran sahnelerinin ilginç ve sade bir görsellik, Paul Giamatti’nin de enfes bir oyunculuk sunduğunu belirtmekte fayda var. Film, aralarında Sundance Film Festivali – Jüri Büyük Ödülü’nün de olduğu toplam 29 ödül almıştır.
Yönetmen-Senaryo: Shari Springer Berman, Robert Pulcini
Oyuncular: Paul Giarnatti, Harvey Pekar, Hope Davis
Müzik: Eytan Mirsky, Mark Suozzo
Yapım: ABD, 2003, 101 dk.
Harvey Pekar, Virginia Hastanesi’nde dosya memuru olarak çalışmaktadır. İkinci karısının da kendisini terk etmesiyle, işi ve sürekli gözlemlediği çevresi arasında iyice bunalır. Zamanını okuyarak, müzik dinleyerek ve plak koleksiyonuna eskicilerden edindiği yeni parçaları ekleyerek geçirmektedir. Fazlasıyla sıkıldığı hayatından, bir dosya memuru olarak ve ardında hiçbir iz bırakmadan göçüp gitme fikri, onda nevrotik davranışlara neden olur. Bu süreç içerisinde iyice geliştirdiği gözlem gücünü farklı bir yere yönlendiren Pekar, yaşantısını “Görkemli Hayatım” adlı bir çizgi romana dönüştürür. 1976 yılında yayımlanan dergi sayesinde Pekar kısa süreli bir iç huzura kavuşsa da, 80’lerde hâlâ mutlu olmadığını fark eder. Aynı dönemde, bir çizgi roman dükkanının ortağı ve de kendisinin sıkı bir hayranı olan Joyce Brabner ile tanışır ve tanıştıkları gün evlenmeye karar verirler. Joyce, Pekar’ın caz, kitap ve çizgi romanlarından sonraki en büyük tutkusu olur ve çizgi romanlar sayesinde elde ettiği şöhretinin getirisini Joyce ile birlikte paylaşmaya başlar.
Bünyesinde biyografi, kurmaca, belgesel, çizgi film gibi farklı türleri barındıran “Görkemli Hayatım”, Amerika’nın ünlü ismi Harvey Pekar’ın yaşamının ve eserlerinin derlemesinden oluşmaktadır. Pekar, çizgi romanlarında, özelde kendi yaşantısının kırıntılarından beslenirken aynı zamanda da işçi sınıfının portresini Kafkavari bir duyarlılık ışığında anlatmaktadır. Ancak filmin ismindeki görkem/ihtişam kelimesi ironik bir göndermeye sahipmiş gibi görünse de, animasyon destekli yapılan esprilerin düzeyi Amerikalıların alışılmış mizah anlayışını aşamaz.
american-splendor
Görkemli Hayatım, Harvey Pekar’ın biyografisinin yanı sıra, kısa da olsa medya eleştirisi, Amerika’nın her kentinin sıkıcı aynılığı, insanların eğitim düzeyleri arasındaki farklılıklar, kadın dünyası gibi önemli konulara da değinmektedir. Bu yılki İstanbul Film Festivali’nin son filmi olan “Görkemli Hayatım”, 2003 yılında da Sundance Film Festivali’nde Büyük Jüri Ödülü’ne layık görülmüştü. Bu ilk sinema filmlerinde Berman ve Pulcini, Paker’ın etrafına yabancılaşarak kurduğu küçük dünyasını büyütüp, nasıl dünyaca ünlü bir karikatürist haline geldiğinin öyküsünü anlatıyor.

kediKırık Link

Sonra, Nazlı’yı kaybettim – Tehlikeli Oyunlar

“Gidenler sevinçliydi.  Geride bıraktıklarına karşı ayıp olmasın diye üzgün görünüyorlardı.”

Ñó]g

 Selim Bey yavaşça mırıldandı: «Biliyorum: Bu son aylarda, yanında sürüklenmekten ve seni güldürmeğe çalışmaktan başka bir ise yaramadım. Bu gece de, evin büyüğü sayıldığım halde, böyle oturup kaldım. Çünkü ben, bir ise yaramasını bilmem.» Sevgi, basını salladı, «Hayır,» der gibi bir ses çıkardı. «Evet,» dedi Selim Bey. «Hiç bir işe yaramam ben. Bunun için de sağ kalmama müsaade ediliyor herhalde. Ben ise yaramasını bilmem. Ben, insanın karsısında oturmasını bilirim; bazen, anlayışlı bir görünüşle susmasını bilirim; bir şeyler yapmak gerektiğini hissettiğim zamanlar da, bir şeyler yapıyormuş gibi yapmasını bilirim; mevzu ne olursa olsun sonunda, kendimden bahsetmeden kendimi methetmesini bilirim; iyi ve güzel insanlar, kendileri ve başkaları için hayatlarının bir manası olan insanlar ölürken, sağ kalmasını bilirim ve bütün bunları başkalarından biraz daha iyi ifade etmesini bilirim, simdi yaptığım gibi.»
Basını salladı: «Hiç olmazsa kalkıp bir kahve pişirmeliydim; iyi kötü iki fincan kahve yapmalıydım.» Ayağa kalktı, yerinden kımıldamadan Sevgi’yi oturttu. Birkaç dakika sonra, elinde tepsiyle göründü. Sevgi’ye bir sigara verdi; birer sigara yaktılar. Sevgi, dumanı içine çekti; biraz bası dönerek Selim Beyi dinlemeğe başladı. «Sana hiç bahsetmedim ama, muhakkak duymuşsundur:
Evliliğimizin dördüncü yılında Nazlı, evi terk etmişti. Nasıl derler, bir başkasına kaçmıştı. Acıklı bir durumdu. Ne yapacağımı bilmeden odalarda dolaşıp durdum. Karımın resimlerine baktım. Bir şeyler yapmak, birilerine gitmek, ne bileyim dert yanmak, ondan şikayet etmek, bana yapılan bu haksızlığı ortaya döküp sızlanmak istemeliydim. En azından, herkesin yaptığını yapmak gelmeliydi içim yordum. Üstüm basım dağınık, sokaklarda sürükleniyordum. Söze nereden başlanacağını bilemiyordum herhalde: Durup dururken birine giderek söze başlayamazdım ya. Fakat biri benimle konuşmağa başlayınca da, söz dönüp dolaşıp buraya gelecek diye korkuyla iç geçiriyordum; göğsüme bu mesele saplanıyordu. İşten erken kaçıyor, meyhanelerde oturuyordum öğleden sonraları.
Bu yazının geri kalanını okuyun

Düşüş s: 81 – Albert Camus

albert_camus_tesina
O zaman, doğruluğu uzun zamandır bilinen bir fikre boyun eğmişçesine,  isyana kapılmadan anladım ki,  yıllar önce  Seine üzerinden sırtımda yankılanan o çığlık,  Manş Denizi’ nin  sularına doğru sürüklenerek, okyanusun sınırsız genişliği içinde, dünyada yol almaya devam etmiş ve ona rast geldiğim şu güne kadar o da beni beklemişti.  Yine anladım ki,  benim  vaftizimin acı suyunun bulunduğu her yerde,  denizlerde ve nehirlerde  beni beklemeye devam edecekti.  Söyleyin bana, burada da suyun üzerinde  değil miyiz? Sınırlarını karanın sınırlarıyla karıştıran dümdüz, tekdüze, bitmez tükenmez suyun üzerinde? Amsterdam’a yaklaştığımıza nasıl inanmalı?  Bu muazzam kutsal su kabının içinden çıkamayacağız hiç.  Dinleyin!  Şu görünmez iri martıların çığlıklarını duyuyor musunuz?  Bize doğru çığlık atıyorlarsa ,  neye çağırıyorlar bizi?

_____Intet_navn_____713270y

Ama bunlar; iyileşmediğim, hep sıkışık durumda olduğumu ve bir çıkar yol bulmam gerektiğini kesin olarak anladığım gün de Atlantik üzerinde  çığlık atan, seslenen aynı martılar.  Şanlı yaşam bitmişti,  ama kudurganlık ve  sıçramalar da bitmişti.  Boyun eğmek ve suçluluğu kabul etmek gerekiyordu.  Boğuntu hücresinde yaşamak gerekiyordu.  Sahi, ortaçağda boğuntu hücresi adı verilen o zindan hücresini bilemezsiniz.   Genellikle insan ömür boyu unutuluyordu orada.  Bu hücre şaşılacak boyutlarıyla ayrılıyordu  ötekilerden.  Bir insanın ayakta duramayacağı kadar alçak, yatamayacağı kadar da dardı.  Engelli bir durum almak,  köşegen biçiminde yaşamak gerekiyordu orada;  uyku bir düşüş,  uyanıklık bir çömelmeydi.  Azizim, sözcüklerimi ölçerek söylüyorum,  bu basit buluşta deha vardı.

une-albert-camus

Her Allah’ ın günü, bedenini uyuşturan o hareketsiz baskı altında mahkum, suçlu olduğunu ve masumluğun keyifle gezinmek demek olduğunu öğreniyordu.  Doruklara ve yüksek köprülere alışkın bir adamı bu hücrede düşünebiliyor musunuz?  Ne dediniz?  Bu hücrelerde yaşanabilir ve aynı zamanda  masum olunabilir mi? Olası değil, hiç olası değil! Yoksa düşünme gücüm güme giderdi.  Masumluğun kambur  yaşamaya zorlanması  varsayımını bir an bile göz önüne alamam.  Kaldı ki, hiç kimsenin  masum olduğunu  kesinlikle söyleyemeyiz, oysa herkesin suçlu olduğunu kesinlikle onaylayabiliriz.  Her insan başkalarının suçuna tanıklık eder, inancım ve umudum bu benim.
Düşüş s: 81 / Albert Camus

kediKırık Link

Düşüş – Albert Camus

albert-camus-letranger-mythe-sisyphe-L-2-1024x749
Sizi yatakta karşıladığım için mahcubum. Bir şey değil, biraz ateşim var; ardıç rakısıyla gideriyorum onu. Bu nöbetlere alışığım ben. Sanırım papa olduğum sırada kaptığım bir sıtma.  Yoo, yarı şaka ediyorum. Ne düşündüğünüzü biliyorum;  anlattığım şeyde doğru ile yanlışı ayırt etmek çok güç.  İtiraf ederim ki haklısınız. Bense…
Bakın çevremden birisi insanları üç kategoriye ayırırdı:  Yalan söylemeye mecbur kalmaktansa hiçbir şey gizlememeyi yeğleyenler,  hiçbir şey gizlememektense yalan söylemeyi yeğleyenler ve aynı zamanda hem yalanı,  hem de gizi sevenler:  Bana en uygun gelen kategoriyi siz seçin.
Her ne olursa olsun,  ne önemi var bunun?  Yalanlar gerçek yolunda buluşmaz mı sonunda?  Ve benim hikayelerimin hepsi,  gerçek olsun,  yalan olsun,   aynı amaca yönelmez mi,  aynı anlamı taşımaz mı?  O zaman, onların gerçek ya da yalan olmalarının ne önemi var;  eğer onlar;  her iki halde de,  vaktiyle ne idiğimi,  şimdi ne olduğumu anlatıyorlarsa?  Bazen bir şeyin iç yüzü,  yalan söyleyende olduğu söylenenden daha iyi belli eder kendini.  Doğru ışık gibi kör eder.  Yalansa, tersine, her nesneyi değerlendiren güzel bir alacakaranlıktır.  Hasılı,  dilediğiniz anlamda alın bunu,  ama ben bir esir kampına papa olarak atandım.
Düşüş s:89 /Albert Camus

kediKırık Link

SENİ DÜŞÜNÜRÜM – Nazım Hikmet

nhikmet_portre_1238898269_1
Seni düşünürüm
Anamın kokusu gelir burnuma
Dünya güzeli anamın
Binmişsin atlıkarıncasına içimdeki bayramın
Fırdönersin eteklerinle saçların uçuşur
Bir yitirip bir bulurum al al olmuş yüzünü
Sebebi ne
Seni bir bıçak yarası gibi hatırlamamın
Sen böyle uzakken senin sesini duyup
Yerimden fırlamamın sebebi ne?
Diz çöküp bakarım ellerine
Ellerine dokunmak isterim
Dokunamam
Arkasından camın
Ben bir şaşkın seyircisiyim gülüm
Alaca karanlığımda oynadığım dramın
NAZIM HİKMET

kediKırık Link

Pavese Ve Görkemli Son!

pavese
“Gizlice en çok korkulan şey gerçekleşir hep sonunda… Bütün
gerekli olan biraz cesaret… Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım.”
23 Mart 1938
Kendini öldürme konusunda haklı bir gerekçesi olmayan yoktur.
Yirmi beş yaşında, gücün kuvvetin yerindeyken yapamadığın bir şeyi, şimdi otuz yaşında başarısızlıklar içinde bir insan olarak nasıl yapabilirsin?
Aşk ancak hayranlıktan doğabilirken, birinin seni acıdığı için sevmesini sağlamak, gerçekten acıklı bir düşünce.
Açıkça belli: (Bir iş edinerek, olağan bir hayat yaşayarak) dünyada kendine bir yer sağlamayı hiçbir zaman başaramayacaksın.
Yukarıda sözünü ettiğin ya da bildiğin başka bir eksikliğin yüzünden bir kadının sevgisini (ya da bir erkeğin dostluğunu) hiçbir zaman kazanamayacaksın.
Hiçbir zaman kendini öldürme yürekliliğini gösteremeyeceksin. Şimdiye kadar kaç kere bunu düşündüğünü hatırla.
 Zamanla insanlar değişir. Cesare Pavese de intihar konusundaki, kendi deyimiyle, “yürekliliği” ve kararlılığını 18 Ağustos 1950’ tarihli günlüğüne “Sözler değil. Eylem. Artık yazmayacağım.” diye yazmıştır.
Bu sonun başlangıcının bir habercisidir  bir bakıma; ve 27 Mayıs 1950 tarihinde bir otel odasında  uyku hapı alarak yaşamına son verir!
İntiharından önceki gün, “Artık sabahı da kaplıyor acı.” diye kısa bir not düştükten sonra 27 Mayıs günlüğüne şunları yazmıştır:
” ’48-’49′daki mutluluğumun hesabı görüldü. Bu soylu mutluluğun gerisinde şu vardı: Güçsüzlüğüm ve hiçbir şeye bağlanmayışım. Şimdi, kendime göre, girdabın içine girdim: güçsüzlüğümü seyrediyor, onu iliklerimde hissediyorum, beni ezen siyasal sorumluluğu yüklenemiyorum. Bunun tek çözümü var: intihar. ” Cesare Pavese – 27 Mayıs 1950

pavese1300-420x315

Kadın düşmanı görülen Pavese aslında yalnız bir adamdır. Kendisi yalnız kalmayı tercih ettiğini yazmış olsa da başlarda itildiği yalnızlığı kabullenip, kendisini buna iyice alıştırmak için yalnız bırakmaya başlamıştır. Hayatına hep yorucu kadınlar girer. Nitekim; Solaria dergisinde yazdığı şiirlerde bahsedilen “kısık sesli kız” onu yalnızlığa iten en büyük nedenlerden biri olmuştur. Pavese daha da karamsarlaşmıştır. 1950′de İtalya’nın en büyük edebiyat ödülü Strega’yı “Yalnız Kadınlar Arasında” kitabıyla kazanmıştır. Ödülü alması Pavese’ye umut gibi görünse de sonrasında başka bir kadın tarafından terk edilmesi artık Cesare pavese’yi iyice sarsmıştır. Daha sonra Torino’da bir otel odasında tüm özel kağıtlarını (günlüğü hariç) yakmış ve yaşama uğraşına son vermiştir.

kediKırık Link